Sunsetter
Emre Arolat ile Sunsetter Röportajı
FARKLI ŞEHİRLERDEN FAVORİ MEKÂNLARINIZ VE LEZZETLERİNİZ...
EAA-Emre Arolat Architecture’ın İstanbul dışında Londra ve New York’ta ofisleri var.
Doğal olarak benim de zamanımın büyük bölümü bu üç şehirde geçiyor. İstanbul’da mümkün olduğunca ofise yakın yerlerde yiyorum. Farklı yerleri denemek yerine bildiğim ve güvendiğim yerlere gitmeyi tercih ediyorum. Tam da bu nedenle azılı ve uslanmaz bir Sunsetter olduğumu zaten biliyorsunuz. Papermoon da diğer favori mekânlarımdan. Bu vesileyle Çamlık Kebapçısı’nı anmasam olmaz. Açıldığı 1974 yılında beni lahmacun denen şu sihirli yemekle tanıştırmıştı. Bu tutkumdan hala vazgeçemedim. New York sanırım hayatımda en çok dışarıda yediğim şehir. EAA’nın Soho’daki ofisini açtıktan sonra bu sefer o bölgedeki mekânlara gider oldum. Le Coucou’da serinletilmiş bir Chateauneuf-du-Pape eşliğinde az pişmiş filet de boeuf, Cipriani Downtown’da bütün zararlarıyla birlikte fırında jambonlu tagliolini ve kremalı kek favorilerim. Bir de Balthazar var tabii ne yesem olur diyerek gittiğim.Londra’da Edition Hotel’in altındaki Berners Tavern ve Hanway Place’teki Hakkasan sanırım hala en sevdiğim iki lokanta. Tekne mevsiminde ise Göcek’te Q Lounge Bve Göbün koyunda Muammer’in Yeri benim için iki vazgeçilmez mekân. Arki adasında Nikolas Tavern alabildiğine gösterişsiz olmasına rağmen hep rüya gibidir. Koyu renk Barbayanni, bir salata ve bolca cacıkla geceyi geçirdiğim çoktur. Patmos’ta Jimmy’s Balcony eşsiz bir panoramayı ayaklarınızın altına serer. Hava kararmadan gidilmeli. Yemekler yanıltmaz. Saganaki ve papalina ise benim favorilerim. Paris ve Roma hayatımda özel yeri olan diğer şehirler. Paris’te Brasserie Lipp her zaman sevdiğim bir klasik. Hayli küçük yaşta ilk defa steak tartare’ı orada tatmış ve bayılmıştım. Roma’da Harry’s Bar’ın iç mekânı karakterli, önündeki açık alansa çok şenliklidir. Yabani kuşkonmazlı risotto ile güzel bir Barolo şahane bir ikili olur. Felice a Testaccio sevgili Ferzan Özpetek’ten öğrendiğim bir lokanta. Cacio e pepe’si insanı düpedüz kendinden geçirir.
YEMEKLE İLİŞKİNİZE DAİR...
Çocukken çok az ve çok zor yerdim. Annemin iki lokma için bin dereden su getirdiğini, ağzımdaki lokmanın çiğnedikçe büyüdüğünü hala hatırlarım. Sonra Galatasaray Lisesi’nde yatılı okumaya başladım ve hayatım değişti. 70’li yılların son bölümünü Beyoğlu’nun o hızla dönüşen büyülü atmosferinde yaşamış olmak pek çok algı ve konfor önceliğimin yanında yeme-içme alışkanlığımı da dönüştürdü. Galatasaray’da geçirdiğim sekiz yıl, steril, korunaklı ve seçici bir ortamdan, içinde farklı kültürleri barındıran ve çok katmanlı bir atmosfere doğru yönlenmemi sağladı. Çok planlı bir hayat yerine daha akışına bırakılan bir durumu benimsemiştim yavaş yavaş. Bu arada önüme çıkan yeni tatlara karşı olan önyargılarım da gevşemeye başlamıştı. O dönemde Hacı Abdullah, Gaziantep Kebap ve Tatlı Evi gibi benim için yepyeni yerlerde doğu ve güney yemeklerini tadabilecek hale gelmiştim. İşte tam o günlerde aşık oldum elbasan tavayla şöbiyete. Rejans’ta sarı votkayla yıldızları saymayı öğrendim. Olimpia Pavyon’da zorla içilen köpüklü şarabın ne kadar çok baş ağrısı yaptığını, Lades Lokantası’nda tavukla pilavın birbirine nasıl da yakıştığını anladım. Sanırım bir daha da iflah olmadım. O zamandan beri çok fazla yemek seçen birisi değilim. Yıllar geçtikçe doğal olarak kiloma daha fazla dikkat eder, olur olmaz atıştırmalardan ziyade zevk alarak yemeyi tercih eder oldum. Ama sanırım ne olursa olsun vazgeçmek istemeyeceğim yemek makarnadır. İyi yapılmış bir makarnayı hele bir de dostlarla birlikte yemek, bırakın suçluluk duygusunu, bende müthiş bir tatmin hissi yaratır. Önemli olan dozunu kaçırmamak diye düşünürüm.
YEMEK YAPABİLİYOR MUSUNUZ?
Aynı zamanda severek yaptığım bir yemek makarna. Vodka soslu Penne’yi iyi yaptığım rivayet edilir. Birkaç ay önce keşfettiğimiz glütensiz hem de kepekli bir çeşit var ki sanırım son yılların devrim niteliğindeki buluşlarından. Her türlü sosa da geliyor namussuz!
SUNSET SİZİN İÇİN...
Ofisten yorgun argın, kafamda elli türlü sorunla çıkıyorum. Eve gitmek gelmiyor içimden. Haftada birkaç kez oluyor bu. Biraz “havalanmak” istiyor ve Sunset’e yöneliyorum.